Başkent México

Meksika turumuzun ilk ayağı olan başkent México’dayız. Havalimanına iner inmez bizi Meksika’ya ait farklı özelliklerin betimlendiği duvar boyamaları (mural) karşılıyor. Eğer geçerli bir ABD ya da Schengen vizeniz varsa Meksika’ya bu vizelerle girebiliyorsunuz. Eğer yoksa sistem üzerinden önceden vizenizi almanız gerekiyor. Yeşil pasaportlar için işlem biraz daha zormuş ve konsolosluğa gidilmesi gerekiyormuş. İlk defa yeşil pasaportumuz olmadığı için sevindik:)

Meksika’nın büyük bölümü gibi başkent México da bir deprem bölgesi ve tarih boyunca büyük depremlere maruz kalmış. O nedenle bu konuda merkezde bulunan otelimiz de dahil birçok yerde uyarılar gördük.

Başkent México’yla ilgili bir diğer ilginç bilgi de şehrin sürekli olarak batıyor olması. Hatta bu bazı yerlerde yılda 38cm e varan oldukça dikkat çekici bir batış. Bunu bazı sokaklarda da hissedebiliyorsunuz çünkü sokağın dümdüz değil hafif engebeli olduğunu farkediyorsunuz. Bunun sebebi ise bu şehrin kuruluşunda yatıyor.

México şehri, Aztek’ler tarafından 1300’lü yıllarda kurulmuş. O zamanlar günümüzdeki México’nun bulunduğu yerde, Texcoco gölü ve üzerinde de yapay adacıklar varmış. İşte Aztek’ler burayı kendilerine özel kurutma teknikleriyle kurutmuş ve başkentleri Tenochtitlan’ı kurmuşlar. Efsaneye göre Aztekler şehri kuracakları bu yeri seçerlerken hint inciri (nopal) üzerinde tünemiş, gagasında yılan tutan bir kartalı işaret olarak kabul etmişler ve buraya şehri kurmuşlar. Bu efsane şuan Meksika bayrağında da anlatılıyor. İşte şehir bir gölün üzerine kurulduğu için, batmaya devam ediyor:)

Bizim otelimizin de bulunduğu Anayasa Meydanı’nın çevresinde hem tarihi katedral hem de bir çok tarihi ve devlet kurumu yer alıyor. Aynı zamanda Aztek’lerden kalan Büyük Tapınak (Templo Mayor) da katedrale 5 dakika yürüme mesafesinde. Katedral’in kenarında Aztek kıyafetleriyle değişik figürler sergileyen insanlar ve kuru kafa/deniz kabuğu/meyvelerle büyü yapan insanları görmek mümkün.

Başkent México’nun görülmesi gereken yerlerinin başında kesinlikle Ulusal Antropoloji Müzesi bulunuyor. Dünyanın en önemli antropoloji müzelerinden ve hem Meksika hem de Orta Amerika’nın bir çok kadim uygarlığı hakkında sayısız bilgi ve eser bulmak mümkün.

Burayı hakkını vererek gezebilmek için en az yarım gün ayırmak gerekiyor. Aynı zamanda müzenin dış kısmı da mimari olarak oldukça ünlü. Müze içerisinde Orta Amerika’nın ilk büyük uygarlığı olan Olmek’lerden kalma dev insan başı heykellerini görebilirsiniz. MÖ. 1500-1000 yılları arasında yapılan bu heykeller 3 metre boyunda ve 8 ton ağırlığa kadar ulaşabiliyor.

Orta Amerika’nın bir çok kadim uygarlığı tarafından oynanan Pok-ta-pok oyununun da orjinal kalelerini ve kauçuk toplarını da yine burada görmek mümkün. Bu oyun her ne kadar oyun desek de aslında dini olarak önemli bir aktivite ve maçın sonucuna göre oyuncular tanrılara kurban veriliyorlarmış.

Özellikle Aztek’ler dönemiyle ilgili anlatılan konulardan bir tanesi de esirlere yaptıkları muamelelerle ilgili. Aztekler, esirlerini öncelikle farklı yerlerinden kanlarını akıtarak güçsüz düşürürmüş. Ardından derilerini canlı canlı yüzerek, kendi üzerlerine tersinden giyerlermiş. Sonra da bu esirin kalbini henüz atarken kendilerine özel bir metodla göğüs kafesinden çıkartıp tanrılarına sunarlarmış. Anlayacağınız o zamanlar insan hayatının gerçekten de hiç önemi yokmuş.

Bir ara dünyayı çeşitli efsanelerle kavuran Maya Takvimi’nin ve en önemli Maya Krallarından olan Kral Pakal’in mezarının orjinallerini de burada görebilirsiniz. Kral Pakal’in mezarında bulunan kırmızı toz bir çeşit zehirmiş ve olası mezar soygunlarına karşı mezarın içerisine yerleştirilmiş.  Önemli insan olmak öldükten sonra bile zor:)

Meksika, Orta ve Latin Amerika’daki devrimlerin en önemli merkezlerinden birisi olmuş daima. O nedenle şuan da sokaklarda gösterilerle karşılaşmak oldukça olağan. Meksika’nın dünyanın geri kalanına kazandırdığı şeylerden birisi ise mısır. Burası mısırın ilk ehlileştirildiği yer. Sadece mısır değil; domates, biber, fasulye, kabak gibi bugün mutfaklarımızın olmazsa olmazlarının anavatanı da yine Meksika. Tabii ki bu nedenle mısırı neredeyse tüm yemeklerde kullanıyorlar ve çeşit çeşit ekmeklerin de tamamı mısırdan yapılıyor.

Meksika’yla ilgili ilk akla gelen şeylerden bir tanesi hiç kuşkusuz tekila ve mariachi’ler. Garibaldi Meydanı bunların tamamını bulabileceğiniz bir yer. Hem meydan da hem de cadde boyunca bir çok mariachi grubu renkli kiyafetleri ve enstrümanlarıyla  müşterilerini bekliyorlar. Aynı zamanda cadde üzerinde bu mariachileri ve farklı gösterileri izleyebileceğiniz bir çok restaurant da bulunuyor. Böyle bir gösteriyi izlemek, başkent Mexico da kesinlikle yapılması gereken aktivitelerden. Biz bu gösterinin hemen evvelinde Atatürk heykelini de ziyaret ettik:)

Duvar resimleri de Meksika için önemli olan şeylerden. Bunun en güzel örneklerini Ulusal Saray içerisinde görmek mümkün. Diego Rivera’nın eserleri adeta Meksika tarihini başta başa bizlere anlatıyor. Dünyanın mevcut en büyük duvar resmi de Meksika Üniversitesi’nin kütüphane binasının cephesinde bulunuyor. Dört tarafı da duvar resmiyle kaplı bu bina ve yeşil alan insana tekrardan üniversite zamanlarına dönsek keşke dedirtiyor:)

Ve tabii ki Frida Kahlo müzesi. Coyoacan semtinde bulunan müze, sanırız başkentin en çok ziyaret edilen yerlerinden bir tanesi çünkü biz gittiğimizde çok uzun bir sıra vardı. Zaten önceden bilet almak ve bilet alırken de belli gün ve saat için almak gerekiyor ama buna rağmen o sıralar engellenememiş.

Ünlü Meksikalı ressam Frida Kahlo’nun dünyaya geldiği ve ölümüne kadar da eşi ve meslektaşı Diego Rivera ile birlikte yaşadığı bu eve, renkli badanasından dolayı “Mavi Ev (Casa Azul)” da deniliyor. Kahlo’nun ölümünden sonra burası müzeye çevrilmiş.

Frida’nın kullandığı kişisel eşyaları ve çalışma aletleri aynen korunmuş. Frida altı yaşındayken geçirdiği çocuk felci nedeniyle bir bacağı sakat kalmış. 18 yaşında da bindiği otobüsün tramvayla çarpışması sonucu, tramvayın demir çubuklarından birisi Frida’nın sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkmış. Kazadan sonra tüm hayatı korseler, hastaneler ve doktorlar arasında geçmiş, defalarca ameliyat olmuş ve sonunda sakat olan bacağı kangren sebebiyle kesilmek zorunda kalmış. Anlayacağınız tüm hayatı tam anlamıyla bir dram. Müzede kendisine özel olarak yapılmış tekerlekli sandalyeyi, kullandığı korseleri ve diğer sağlık ekipmanlarını da görebiliyorsunuz.

Sıkı bir solcu olan Frida, Marx, Lenin, Stalin gibi komunist liderleri resimlerinin bir çoğunda kullanmış. Hatta yatağının başucunda Lenin, Stalin ve Mao’nun fotoğrafları bulunuyor. Aynı zamanda öldüğü yatağın üzerinde öldükten sonra alınmış olan maskı hala duruyor. Öldükten sonra yakılmış ve külleri kurbağa şeklinde olan eski bir Maya küpüne konmuş. Küllerinin içinde olduğu bu küple de yaratıcı bir fotoğraf çektirmeyi unutmadık tabii ki:) Frida, eserleri, düşünce tarzı ve baştan sona dram dolu yaşamıyla kesinlikle tanınmayı hakeden bir tarihi kişilik. O nedenle Mexico seyahatine mutlaka burayı da eklemek lazım.

Seyahatimizin geri kalanı için Başkent Mexico’dan güzel anılarla ayrılıyoruz. Planlamamız gereği başkente yaklaşık 1,5 gün ayırabildik ama bu zamana birçok şey sıkıştırma imkanımız oldu. Ama biz bu şehri sevdik ve daha fazla da zaman geçirilebileceğine kanaat getirdik.

Başkent México” üzerine bir yorum

  1. Aztek’lerin koca bir gölü kurutup,adacıklar yaptığı ve şehir kurduğu, ancak kurulduğundan bu güne her yıl 38 cm kadar battığını belirtince,İstanbul’da ormanları katledip,bataklıkları kurutarak yapılan hava limanının akıbetini düşünmeden edemiyorum.

    Liked by 1 kişi

Fahrettin Özel için bir cevap yazın Cevabı iptal et